Kur’an-ı Hakîm’i yeni bir tarzda yazmaktaki niyetimin sebepleri üçtür:
Birincisi: Hutut-u Kur’aniyenin muhafazasına hizmettir. Çünkü gördüm ki Sözler’de tevafukatın zuhuruyla, fütura düşen müstensihlerin şevkini yeniledi, gayrete geldiler. Yeni bir heves uyandı, kendine yazan tekrar yazmağa başladı.
Hem yüzler adamlar Sözler’e ve dolayısıyla hakaik-i Kur’aniyeye karşı imanları kuvvetlendi. Hattâ bir kısım dinsizler dahi o tevafukatı görüp inkâr edemedikleri için ikrara mecbur oldular. Hattâ bunlardan birisi demiş: “Bunları ikrar etmem fakat inkâr da edemem. Çünkü gözümle görüyorum.” demiş.
Madem Kur’an’ın âyineleri olan Sözler’de bu hal iki mühim faydayı veriyor. O iki faydayı vermesiyle emniyetimiz geldi ki bir inayet-i İlahiyedir ve içinde bir işaret var. O âyinelerdeki cilveler, Kur’an’ın malı olduğu gibi ve Kur’an’dan geldiğini ve Kur’an’ın hesabına geçtiğini ve hakaikinin güzelliği namına bulunduğunu göstermek için, o tevafukatın menba-ı nuranisinin bir kısmını göstermek suretinde mevcud ve matbu Hâfız Osman hattıylaki Kur’an’ın sahife ve satırlarını muhafaza etmek şartıyla yeni bir Kur’an’ı yazdırmayı niyet ettik.
Evet, Hâfız Osman hattıylaki matbu Kur’an’da, ne gibi mezaya görünse kâtiplerin, müstensihlerin hüneri olamaz, doğrudan doğruya Kur’an’ın mezayasıdır.
Çünkü en büyük âyet olan Âyet-i Müdâyene o Mushaf’ın sahifelerinde vâhid-i kıyasî ittihaz edilip ona göre sahifeler taayyün etmiş ve onlarda çok mezaya tezahür etmiş. Ezcümle: Bütün sahaifin âhirinde güzel ve muvafık hâtimelerle âyet tamam oluyor.
Hem o Mushaf’ın satırları için vâhid-i kıyasî, en kısa sure olan Sure-i Kevser ile Sure-i İhlas esas tutulmuş.
Madem hat, Kur’an’ın âyet ve suresinin mikyasıyla olmuştur, o hat’ta ne kadar mezaya olsa, doğrudan doğruya Kur’an’a aittir.
İkinci Sebep: Kur’an-ı Hakîm’in maânî ve hakaikinde, esrar ve işarat olduğu gibi elfaz ve hurufunda dahi çok esrar ve mezaya bulunduğuna bir zemin ihzar etmek için, Lafzullah’ın binde bir sırrına işaret edecek bir tarzı yazmak ve bizden sonra gelenler inşâallah daha büyük esrarları o anahtar ile açacak temennisidir. Ve nazar-ı dikkati Kur’an’ın hattına çevirmek ve hakaikine ehemmiyet ile baktırmak niyetidir.
Üçüncü Sebep: Elhamdülillah Kur’an-ı Hakîm’in dersiyle, irşadıyla, ilhamıyla, feyziyle ve yalnız onun talimiyle ve imlasıyla yazılan altmış risaleyi menba-ı aslîsine rabtedip ve onlar kimin malı olduğunu ve neye hizmet ettiklerini ve neyin bürhanları olduklarını ve onların mezayaları nereden geldiklerini göstermek için öyle bir Kur’an’ı yazıp hâşiyelerinde âyetlerin hakaikleri hangi risalelerde beyan edildiğini şifre nevinde rakamlarla işaret etmek, âdeta hâşiyesinde dilsiz bir tefsir, şifreli bir şerh, rakamlı bir hâşiye, sükût ile bir beyanı yazmak ve o Sözler kataratını o denize dökmek azmidir. Ve Sözler vasıtasıyla harekete gelen enzarı, Kur’an’a çevirmektir.
***
Şu mesele-i mühimme benim gibi müşevveş, perişan, hastalıklı, kalemsiz, yarım ümmi bir adamın işi olamaz. Benim kahraman arkadaşlarım ve hizmet-i Kur’an’da azimkâr kardeşlerim, bana nurani kalemleriyle ve münevver kalpleriyle yardım etmeli ve fikirlerini de bu husus hakkında bildirmeli.
Mesele şimdi pek uzun olmamak için, yalnız Mushaf’ı üç nevi mürekkeb ile,
Lafzullah kırmızı
sair tevafukat başka renkli mürekkeple
âyetleri siyah mürekkeple
yazdırmak emelindeyim.
Lafzullah’taki tevafukata kendi Kur’an’ımda işaretler yapmışım. Benim nüsha-i Kur’aniyemin matbaası nevinden birkaç nüsha daha lâzımdır ki aynen onlara da işaret yapılsın.
Birisi Isparta’da
birisi Atabey’de
birisi İslâm karyesinde
ikisi de benim bulunduğum yerde lâzımdır ki
ona göre her bir müstensihe üçer cüz verilip yazılacaktır.
Lafzullah’ın tam tevafukatına işaret koymuşum. Müstesna kalanlar ise, bir kısmının başka vazifeleri olduğu için tevafukata girmiyor. Çünkü başka yere bakıyor. Veyahut o kelimatın mecmuundan manidar bir kelime çıktığından, yeri değiştirilmiyor. Ve bir kısmı ise, matbaanın ve müstensihin satırda ve âyetlerin fâsılalarında intizamsızlığından ve bu tevafukatı hissedememesinden mevcud tevafuku bozmuşlar. Öyleler ise sıraya girmeli, hattâ mümkün ise sahifede iki veya üç sıra ile muvazene takip edilsin.
Hem Lafzullah’ın tekrarındaki nisbet-i adediyesi pek hayret verici bir tarzdadır. Ezcümle:
Sure-i El-Bakara’da Lafzullah iki yüz seksen iki (282), âyetleri iki yüz seksen altıdır (286). Dört adet farkları var. Dört yerde Lafzullah yerinde dört Hüve var. Demek Lafzullah’ın adedi, âyetleriyle tam tevafuk ediyor.
Hem Sure-i Âl-i İmran’da Lafzullah iki yüz dokuz (209), âyetleri iki yüzdür (200). Demek âyetten dokuz fazla kalır, El-Bakara’daki noksanı tekmil eder. İki surenin âyetleriyle Lafzullah’ın adedi tam tevafuktadır. Zehraveyn nam-ı âlîsiyle tabir edilen iki sure-i muazzamada Lafzullah’ın tekrar ve tevafuku, azîm bir nükteyi gösterir.
Sure-i En’am’ın âyetleri yüz altmış beş (165), Lafzullah seksen üç (83). Demek nısfiyet, o nisbetle bir tevafuktur, nısfiyetle bir münasebet-i adediyedir.
Ve hâkeza... Buna benzer çok manidar sırlar Lafzullah’ın tekrarında vardır. Mesela:
Sure-i Nisa, Maide, En’am âyetlerinin mecmuu dört yüz elli altı (456), Lafza-i Celal de dört yüz elli iki (452) olduğundan, makamat-ı hitabiyede tam tevafuk ve o tevafuk da mühim bir nükte-i i’caziyedir.
Hem Mekkî olan Sure-i En’am’ın âyeti yüz altmış beştir (165). Lafzullah’ın tekerrürü onun yarısı olarak güzel, manidar bir nisbet-i adediyeyi ve tevafuk-u nısfî gösteriyor ve Lafzullah’ın tekrarında pek çok daha bunlar gibi i’cazî nükteler vardır.
Hem her bir sahifede tekerrür eden Lafzullah, karşıki sahifesine veyahut arkasına veyahut daha arka sahifesine tevafuka, nisbet-i adediye cihetinde tevafuku çok manidardır. Bazen misil, bazen nısfı olur. Nadiren sülüs nisbetiyle bakıyor. Hem buna dair kendi nüshamda işaretler yapmışım.
Hem Lafzullah her sahifede ekseriyetle ya beş, ya altı, ya yedi, ya dokuz, ya on bir adette gayet manidar olarak tekerrür ediyor. Hususan Medine’de nâzil olan surelerde daha kesretle ve manidar bir tarzda nazar-ı dikkati kendine celbeder. Çok şuâ-ı i’cazı taşıyan âyetin fezlekelerinde ve hâtimelerinde parlıyorlar. Yirmi Beşinci Söz’ün Üçüncü Şule’sinde o fezlekelerin on adet lemaat-ı i’caziyesine işaret edilmişler.
***
Mühim Bir Mesele-i Kur’aniye ve Esalib-i Kur’aniyenin Tenevvüündeki Hikmetli Bir Nükte
Bir zaman Kur’an-ı Azîmüşşan’ı okuduğum vakit Mekkî sureler bana çok kuvvetli, îcazlı ve i’cazlı geliyordu. Medine surelerini okuduğum vakit, bana çok izahlı ve vüs’atli ve tafsilli geliyordu. Hayret ediyordum.
Hem bakıyordum ki Mekkîlerde ekseriyetle Lafzullah az tekerrür ediyor. Onun yerinde Rab, Rahman isimleri zikrediliyor.
Kur’an’ın irşadıyla ve dersiyle anladım ki:
Mekkî sureler, bidayet-i vahiyde oldukları ve saff-ı evvel muhatapları ve muarızları ümmi müşrikler olduğunu ve en ziyade erkân-ı imaniyenin ispatına dair geldikleri için elbette îcazlı olacaklar. Tâ ki mebde-i vahiyde, o ağır halet-i kudsiyeye mazhar olan Resul-i Ekrem aleyhissalâtü vesselâm tahammül edip zabtetsin.
Hem gayet ulvi ve kuvvetli bir tarzda vahdaniyeti ispat edecek bir tarzda, müşriklerin kafalarını dağıtacak bir şiddet bulunacaktır.
Hem müşrikler şirk sebebiyle Allah’ı tanımadıkları için, Allah’ın icraat-ı rububiyesi ve niam-ı Rahmaniyesiyle kendini onlara bildirmek için ekseriyetle Rab ve Rahman lafzının zikri daha ziyade mutabık ve mukteza-yı hal olarak belâgat-ı Kur’aniye iktiza etmiştir.
Amma Medine’de nâzil olan sureler ise, çünkü Resul-i Ekrem aleyhissalâtü vesselâm gittikçe tekemmül etmiş, hitabat-ı ezeliyeye mazhariyete tahammüle alışmış ve müşriklere bildirmiş ki sizi terbiye eden Rabb’iniz ve sizi nimetleriyle besleyen Rahmanu’r-Rahîm ise Allah’tır.
Hem Medine’de en ziyade muhatap ve muarızı, Allah’ı tanıyan Ehl-i Kitap olduklarından, hem erkân-ı imaniye suver-i Mekkiye ile ispat edildiğinden, ihtiyaç ise füruata ve sair hakaike daha ziyade göründüğünden, elbette ekseriyet itibarıyla Medine surelerinde daha ziyade Lafzullah cilveger olup tekerrür edecek ve îcazlı icmalin cemalinden vuzuhlu, tafsilli hüsnüne mazhar olacak ve usûl-ü dinin erkânıyla beraber füruat-ı şeriatı ve sair hayat-ı içtimaiyeyi terbiye eden tafsilli kudsî düsturların beyanı, o Medine surelerinde daha ziyade görünecektir.
***
Ey ihvan! Madem Cenab-ı Hak, kemal-i rahmetiyle bizi Kur’an-ı Hakîm’e hizmetkâr kabul ettiğini gösterir bir tarzda bizi muvaffak ediyor. Biz de merhametine ve inayet ve tevfikine istinad edip o merkez-i nuraninin etrafında mütesanid bir daire-i muhita olmağa çalışmalıyız. Ve hatt-ı Kur’an’ın ref’ine çalışanları susturmalıyız ve Kur’an’ı unutturmağa niyet edenlerin niyetlerini onlara unutturmalıyız.
Evvelen: Her birimiz evladı varsa lâekall bir veledini, yoksa müstaid başka bir çocuğa Kur’an’ı öğretmeliyiz. Kendi öğretmese de, öğretmek için himaye ve teşvik vasıtasıyla birisini yetiştirmeli.
Sâniyen: Kardeşlerimizde Arabî hattı varsa -çok güzel olmak şart değil- tayin ettiğimiz tarzda bir iki cüz yazmağa gayret etmek; Arabî hattı olmayanlar onlara, o yazanlara ciddi muavenet etmek lâzım gelir.
Sâlisen: Bize fikirleriyle, kalpleriyle yardım etsinler. Buldukları mezaya-yı Kur’aniyeyi bize bildirsinler. Çünkü umum ihvan namına bu mühim mesele ortaya konuluyor. Bir iki şahsın haddi değil bunu çevirebilsin.
Hem Selef-i Salihîn, Kur’an’ın hâşiyelerinde hiçbir şeyin konulmasına müsaade etmiyordular. Sonra müteahhirîn-i ulema, Kur’an’a ait bazı şeylerin hâşiye yerinde yazılmasına fetva verdiler. Sonra muhtasar tefsir Arapça olsun, Türkçe olsun Kur’an’ın sahifesinin etrafında yazılmasını kabul ettiler.
Ben seleflerin içtinabından korkuyorum, cesaret edemiyorum. Sizin reyiniz inzimam ederse, Kur’an’ın i’caz-ı zahirî ve manevîsine medar bazı işaretlerle hâşiyesinde herhangi risalede izah ve ispat edildiğine işaret olunacaktır.